13 Mart 2017 Pazartesi

                "YANSIMA"








Hayatın bir kanunu vardır. Bunu aşamaz insanoğlu.

Bir şekilde bu düzene uyum sağlamak durumundasınızdır.

Aksi halde, "Farklı" kalıbına itilirsiniz.


Bir kız vardı, sokaklarda yahut caddelerde yüzlerce kez yan yana 

yürüdüğünüz lakin yüz yüze gelmeye lüzum görmediğiniz.


Bu kız, diğerlerinden "Farklı" biriydi. Uyum sağlayamıyordu bu sisteme.

Diğer kızların istediklerini istemiyordu. Hisleri, düşünceleri yaşıtları gibi değildi.


Bir sosyal medya platformuna üyeydi. Bu siteyi nedensizce seviyordu.

Burada kendisinin yansımasıyla karşılaştı. 

Aralarındaki tek farklılık cinsiyetleri idi. Genç kız insanların çift yaratıldığı efsanesine inanmaya başladı.

Zaman geçti. Aynı ruhu pay eden iki beden, aşk denilen çıkmaza düştü.

Kız ilk karşılaşmalarını, gözlerinin gözlerine değdiği o anı, kalbine bir gibi saklamaya yemin içti.

Mutlulardı.

Bir sokak, yaprakların yavaşça toprağa döküldüğü mevsim.

"Seni seviyorum" Demişti yansıması.
Kız susmuştu. Utanmıştı, yanakları pembenin en güzel tonuna büründüğünden yansıması anlamıştı kızı.

"Gözlerinden anlıyorum beni sevdiğini." Demişti.

Genç kızın kalbi o zaman diliminde bir farklı atmıştı.

Zaman. Felaketlerin üzerinde bir örtü görevi gören, mutlulukların bir sonunun geleceğini haberdar eden kavram.

Zaman, geçti.
Mevsim, geçti.

Genç kız aynı, yansıması aynı kaldı.

Lakin hayatın kanunlarından bahis ettik. Ne kadar çabalarsan, uğraşırsan fayda etmez söz konusu hayatın kanunu olunca.


Aşk denilen meret, derin bir kuyudan farksızdır.
Genç kız, bu kuyunun derinliklerinde hapsolmuştu.
Yansıması olmadan mutlu olamıyordu artık. Onsuz bir hayatı düşleyemiyordu.



Bir gün, kar tanelerinin sessizce toprağa düştüğü mevsim.

Genç kızın yansıması, derin kuyudan çıkmaya karar verdi.

Yansıma, acı bir hatıraya dönüştü.

Genç kız, yansımasının acı bir hatıraya dönüştüğünü gözlerini kırpmadan izledi.


Zaman, geçti.
Mevsim, geçti.
Genç kız, geçemedi yansımasından.


Mutlulukları bitti. Geriye yazılacak hikayeler kaldı.


































"YAŞAYAMAYANLAR."







Yol boyunca düşünüp durdu.

Cevaplarını bildiği soruları sorup durdu hep kendine.

İçinin acısını şu yanındaki sıra dizili ağaçların oksijeni dahi bastıramıyordu.

Bir saat önce yine bu yoldan geçmişti. Yolun sonundaki mezarlığa gelmişti.

Sevdiği birini gömmüştü elleriyle.


Hayat nasıl  bir bed bahtlık sunmuştu ki ona, sevdiğini kendi elleriyle gömmüştü?

Bu taştan yol, sıra dizili ağaçlar, uçan kuş, yağan yağmur...

Hepsi sevdiğini hatırlatıyordu. Hepsinden nefret ediyordu artık.


Sevdiği kendini bir dut ağacına asmıştı.

Bu etraftaki sıra dizili ağaçlarda tiksinç bir tesadüfle dut ağaçlarıydı.


Yolun kenarına çöktü.
Ağladı.

Onsuz bir yaşam düşleyemiyordu.İstemiyordu. Onsuz aldığı her nefes acı veriyordu.

Hastanede kendini astığı urganı vermişlerdi  ona.

Sırt çantasında duruyordu.

Belkide zihninin onu doğrulaması adamı sevindirmişti.

Yaşamak istemediğine kanaat getirip,
Sevgilisinin kendini öldürdüğü urgan ile yanındaki dut ağacında, dilinde son kez bir küfürle kendini astı.










9 Mart 2017 Perşembe



                                    Hayatın amacı, nedir?


Ademoğlu anadan uryan gelir dünyaya. Elinde hiç bir şey yoktur.

Bir amacı, bir derdi yoktur o vakitler.

Ne zaman ki büyür, bir gaye arar bir dert edinir kendine.


Hayatınızın amacı nedir?

Aslında bu konuya geniş bir çerçeveden bakacak olursak, şunları dile getirebiliriz;

İnsanoğlu bireysel olarak kendine hedef belirlemede oldukça kabiliyetli bir varlıktır.

Bu kimi zaman dini  bir boyutta anlam kazanır.

İnsan inandığı dinin - Eğer inandığı din de ahiret inancı varsa- Öldükten sonra gideceği yerde refah

halinde olması için dünyadaki yaşamını bu fikre göre şekillendirir. Kişinin amacı, bu dünyada dininin

getirisi olan emir ve yasaklara uyarak sonraki dünyasını kazanmaktır.



1.Dünya savaşı sırasında dünya devletlerinin ve krallıkların amaçları toprak elde etmekti.

Bu öylesine açlık hissiyatında bir amaçtı ki, yitip giden insan hayatlarının zerre önemi yoktu.

Şimdi, kalkıp gitsek yüzyıllardır sömürgenin tutsağı o güzel kıtaya. Afrika'ya.

Fakir nüfus, saat başı susuzluktan yaşamlarını yitiren güzel çocuklar...

Sorsak hayatının amacını Afrika kökenli bir çocuğa, vereceği cevap belki de "Annemin artık

ağlamamasını sağlamak" olacaktır. Ki bu amaç, dünya devletlerinin kirli amaçları karşısında oldukça

büyük, cesur ve temiz bir amaç olacaktır.


Hayatın amacı nedir sahi. Gerçekten hayatın bir amacı var mıdır?

Bireylerin, toplumların ve ülkelerin amaçları dışında bir amaç olmalı. Olmalı ki, söz konusu amaca

ulaşıldığı vakit bu dünyada yaşamış olan her ruh vuku bulabilsin.


Bir vicdan dişisinin amacı, yavrusunu korumaktır.

Bir babanın amacı, kurduğu ailenin devamlılığını ve güvenini sağlamaktır.

Bir gencin amacı, yaşadığı aşk birikimleri ve gelecekte ki yaşamını iyi şekillendirmektir.

İki yaşındaki çocuğun amacı ise annesine sarılmaktır.

Amaçlar, duygular, hayatlar...

Yüzlerce yahut binlerce örneğini sunmak mümkündür.

Hayatın bir amacı olmalıdır. Çünkü insanlar her saniye robotlaşmaya devam edip, sistemin sömürgesi

olmaya devam ediyorlar. Amaçlarını birer birer yitiriyorlar.

İşte tam da bu sisteme baş kaldırmak bir amaçtır!




Ademoğlu anadan urgan gelir dünyaya. Hayatının amacı, aldığı ilk nefesten itibaren vuku bulmuştur
artık.


İnsanoğlunun en büyük amacı, "İnsan" olarak kalmak olmalıdır şüphesiz.




SÜMAY.








BRE HASAN

Bir kor düşer ah-û zâr'ıma bugün Koca bir bina gibi yıkılır Okyanuslarda boğulurum En acılı tokat bugün atılır yüzüme En ...